bugün

entry'ler (23)

beyaz ev

1981 yılında yemin ederek ABD Başkanlığına göreve başlamasından yaklaşık bir ay sonra dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve eşi Nancy Reagan, Beyaz Saray’da akşam yemeğini yedikten sonra hiç beklemedikleri bir sürprizle karşılaşırlar. Görevli garson yemeğin hesap faturasını getirmiştir. Baş kahyanın bir garsonla gönderdiği hesap faturasında sadece o akşamın değil son bir ayın bütün yemeklerinin hesabı da yer almaktadır. Sadece yemekler de değil… Ağırladıkları kişisel misafirlerin, bir aydır kullandıkları kuru temizleme hizmetinden, diş fırçası, diş macunu, temizlik ve parfümeri malzemelerine kadar bütün kişisel malzemelerin ücreti de miktarlarıyla beraber kaydedilmiştir. Ronald Reagan, hesabın büyüklüğüne şaşırsa da görevlinin getirdiği faturayı gülümseyerek alır ve muhasebeye maaşından ödenmesi talimatı verir. Kocasının aksine Nancy Reagan’ın şaşkınlığı çok daha büyüktür. Anılarında, ‘kimse bize Başkan ve Eşinin Beyaz Saray’da yaşarken yedikleri yemeklere ve kullandıkları günlük malzemelere para ödemek zorunda olduklarından bahsetmemişti’ diye anlatıyor o şaşkınlık anını. Aslında, ABD kamuoyunun büyük çoğunluğu da pek bilmiyordu. ABD eski Başkanı Bill Clinton’un eşi ve birinci Obama döneminin dışişleri bakanı Hillary Clinton‘ın, bu yıl yayınlanan “Hard Choices” kitabının Haziran ayındaki tanıtım ve imza gezilerinden birinde, Beyaz Saray’dan ayrıldıkları zaman, ‘borç içinde ve beş parasız olduklarını’ söylemesi, sosyal medyada büyük yankı yapmıştı. Hillary Clinton, sekiz yıl kaldıkları Beyaz Saray’dan taşınınca Washington DC’de ve New York’ta mortgage kredisiyle iki ev aldıklarını, bu kredi ile kızları Chelsea’nin Stanford Üniversitesi parasının kendilerini, 2001 kışında 12 milyon dolar borcu olan olan bir aile haline getirdiğini anlatacaktı. Borç batağından, Bill Clinton’ın art arda yayınlanan kitaplarının, ücretli konuşmalarının gelirleriyle düzlüğe çıkacaklardı. Son borçlarını da 2004 yılında ödeyerek borçlarını temizleyeceklerdi.
Peki, 8 yıl boyunca yıllık ortalama 500 bin dolar maaşı olan ve kira gideri olmayan bir aile niçin Beyaz Saray’dan beş parasız ayrılacaktı? Nancy Reagan’ı çok şaşırtan sebepten dolayı…
ABD Başkanları Beyaz Saray’a kira ödemez ama onun dışındaki herşey maaşlarından kesilir. Beyaz Saray, devletin ABD Başkanı için tahsis ettiği misafirhanedir ve orada 4 ya da 8 yılını geçirmek zorunda olan her aile, kendilerinin ve kişisel misafirlerinin bütün masraflarını kendisi karşılamak durumundadır. Sadece resmi devlet konuklarının ağırlanma masrafını Amerikan vergi mükellefleri öder. Geri kalan kişisel mutfak giderleri, hizmet ve malzemelerin ücreti Başkan ve ailesine aittir. Başkan takım elbiselerinin kuru temizleme ücretini kendisi ödemek zorundadır. Kaybolan düğmesinin yerine alınacak yenisinin de, ayakkabılarının boya ve cilasının da… Konutun başkan ve ailesinin kaldıkları kısmındaki temizlikçi, garson ve hizmetçilerin çalıştıkları süredeki saat ücretini de başkan öder. Kısacası, kira ve elektrik faturası dışında kendileri için harcanan her kuruşu devlete ödemek zorundadırlar.
Çünkü, ABD bir monarşi değil bir cumhuriyettir ve bu konut da bir ‘saray’ değil bir evdir. Amerikalılar buraya ‘saray’ demiyor zaten, o bizim yakıştırmamız. Washington DC’de ‘’1600 Pennsylvania Avenue’’ adresinde bulunan dünyanın bu en ünlü evinin adı Türkçe’ye yanlış şekilde ‘Beyaz Saray’ diye çevirilmiş olsa da, aslında ingilizce’deki orijinal adı ‘White House‘ yani ‘Beyaz Ev‘dir. Ve ABD’ye devlet başkanı seçildi diye kimse, devletin parasını keyfince harcayamaz. Sadece bu ev içinde de değil her yerde… ABD Başkanı, şehir dışı tatil masraflarını, haftasonlarını geçirmek istediğinde Camp David’teki dinlenme evinin haftasonu masraflarını kendi cebinden karşılamak zorunda. Yine örneğin başkan, ABD Başkanlık uçağına, devlet delegasyonundan olmayan tek bir kişi bile bindirecekse, (kardeşi bile olsa), bir ticari yolcu uçağının ‘first class’ uçak bileti miktarınca devlete para ödemek zorundadır.
Gerald Ford’tan George W. Bush’a kadar 6 başkan döneminde bu evin ‘baş kahyası (chief usher)’ olmuş Gary Walters’ın deyişi ile, başkan ve ailesi bu evin 4 veya 8 yıllık kira sözleşmesine sahip kiracılarıdır. istedikleri yemekler pişirilir, malzemeler ve ürünler istedikleri markalardan seçilir ama parasını Amerikan halkı değil, Başkan ve ailesi maaşlarından öder. Ve doğal olarak fiyatın yüksekliğine alışmaları zaman alır. Çünkü başkanlar ve ailelerine verilen hizmet 5 yıldızlı otel kalitesinde olduğu gibi başkanın bunlar için ödeyeceği para da 5 yıldızlı otel fiyatları düzeyindedir. Devlet konutu diye cüzi ücretlendirme yapılmaz. Walters, ‘yemek, hizmet ve malzemelerin pahalı olduğundan yakınmayan tek bir first aile hatırlamıyorum’ diyor. Hatırladığı en büyük tepki ise Jimmy Carter’ın eşi Rosalynn Carter’a ait. Memleketleri Atlanta’da yemeğin de malzemelerin de çok daha ucuz olduğunu söyleyip durmuş aylarca. Ama ‘first lady’nin şikayetleri, fiyatları aşağı çekmeye yetmemiş. George W. Bush’un eşi Laura Bush da, “Spoken from the Heart” adlı anı kitabında, Beyaz Saray’da yaşamanın ne kadar pahalı olduğundan yakınıyor. Onu en çok zorlayan konulardan biri de, hergün saçlarını yapan kuaföre, devleti temsil edeceği törenlere giderken bile olsa, ücretini kendisinin ödemesi olmuş. Bayan Bush kitabında, faturanın aylık geldiğini ve Başkan ve eşi ile iki kızının bütün yemeklerinin, kullandıkları bütün kişisel malzemelerin, kuru temizleme dahil tüm hizmetlerin, garsonların ve temizlik görevlilerinin saat başı ücretinin, özel misafirlerinin tüm msaraflarının bu faturada yer aldığını yazıyor. ‘’Faturada ağzımı açık bırakan kalemler de vardı’’ diye aktaran Bayan Bush şu örneği veriyor:
‘’Ülkenin First Lady’si olarak giyeceğim kıyafetlerin de özel tasarım olması gerektiği şartı vardı ama elbisenin ücretinin yanı sıra bu tasarımların ücreti de yine benden tahsil ediliyordu.’’
ABD Başkanlarının maaşına en son 1999 yılında zam yapıldı. Buna göre ABD Başkanın çıplak maaşı yıllık 400 bin dolar civarında. 50 bin dolar da görev tazminatı ödenir. Bu her iki ödeme de vergiye dahildir. Başkan bunların gelir vergisini ödemek zorunda. Bunların yanı sıra başkanın gezileri için, vergiden muaf yıllık 100 bin dolar harcırah ödenir. Ancak, Beyaz Saray faturasının yüksekliği göz önüne alındığında bir ABD Başkanı, maaşının neredeyse tamamını aylık giderlerine harcar. Yani ayrıca bir serveti yoksa, Beyaz Saray’da ‘ucu ucuna’ yaşamak durumunda… Belki de bu yüzden Başkan Gerald Ford, Beyaz Evi, ‘Bugüne kadar gördüğüm en lüks sosyal yardım konutu’ diye tanımlamıştı.
Beyaz Ev, kompleks bir yapıdır. Aynı anda hem bir konut, hem bir müze ve hem de bir devlet dairesidir. ABD dünyanın süper gücü olmasına rağmen, Beyaz Ev, dünyadaki en büyük devlet başkanı sarayı değil, aksine büyük devletler içindeki en küçük devlet başkanlığı konutlarından biridir. Sadece bir katından, dünyanın en büyük devletinin yürütme organı yönetilir. ”1700’lerin dünyasında 13 kolonili devlet için inşa edilmiş, bugün dünya lideriyiz. Bu ihtiyaca uygun çok daha büyük bir saray yapalım” diyen tek bir başkan bile olmamıştır. Kimsenin aklına böyle bir şey gelmez. Çünkü, Beyaz Ev, ABD demokrasisinde ‘devamlılığın’ da sembolüdür.Ve yine Beyaz Ev, kendi toplumundan izole bir yer de değil. Dünyada, içinde başkan yaşadığı halde halkının ziyaretine açık tek devlet başkanlığı konutudur. Çünkü Amerikan tarihinin en önemli kültür müzesidir. Haftalık ortalama ziyaretçi sayısı 30 bindir. Başkanın penceresinin bir kaç on metre uzağındaki bahçe demirliğinin önü ise ABD’nin en ünlü gösteri ve protesto yeridir.
Beyaz Ev, başkanlar için kalıcı bir ihtişam ve keyif sarayı değil geçici bir barınma ve hizmet yeridir. Başkan Truman’a göre, ‘dışı çok gösterişli bir hapishane‘den başka bir şey değildi. Ronald Reagan ise, buradaki yılları boyunca kendisini sürekli bir akvaryum balığı gibi hissettiğini anlatır. Michelle Obama da geçtiğimiz yıl, ‘’çok iyi dekore edilmiş bir hapishane’’ olarak niteleyecekti. Bu eve kiracı başkanlar aileleriyle gelir geçer. Mülk sahibi Amerikan halkı ve demokrasisidir. Bu gerçeği, bir hizmetçisi, Baba George Bush’un eşi Barbara Bush’a şöyle söyler bir gün:
‘’Buraya her dört yılda bir başkanlar gelir gider… Biz kalıcıyız’’.

CEMAL TUNÇDEMiR

http://amerikabulteni.com...yinda-oturmanin-faturasi/

sözlük yazarlarının en çok istediği şey

kendi hayatıma hükmetme ve hayatımı yönlendirebilme gücü istiyorum.

seçim sonucu ne olursa olsun

Yolsuzluk iddiaları sandıktan çıkan sonuçla temizlenmez 'Sandıkta şu kadar oy aldık, birinci parti çıktık, o hâlde biz bundan ibra edildik, bu soruşturmalardan kurtulduk.' diyemezsiniz. Hukuk devletinde, demokraside böyle bir aklanma metodu yok. Sizin aklanacağız yer veyahut da ismi geçen bakan ve milletvekillerinin aklanacağı yer yargıdır. Bunun dışında başka bir yol ve yöntem yoktur.

erken biten diziler

''üsküdara giderken'' kaç yıl oldu hala umudum var yeniden devam ederler diye

başbakanı gezicilierin değil de cemaatin durdrması

madem bu cemaat bu kadar ultra mükemmel bir oluşumdu bildiği bu kadar pisliği açığa vurması için illa kuyruğuna mı basılmalıydı.nerde kaldı hakkaniyet?

aforizma

''bu yanlızlıkta bi yalnışlık var ama...''

unutulmayan anne sözleri

'çok muhabbet tez ayrılık getirir.' derdi sevgilim varken ki öylede oluyor.

sözlük yazarlarının yaşamak istediği yerler

tabiki yenizelanda olmadı çanakkale-türkiye.

sözlük yazarlarının şu an okuduğu kitaplar

viya böyle...

okuyun len adam denizde yaşamı dip köşe anlatmış.

hatıra olarak saklanan garip nesneler

ilk maaşımla yaptığım alışverişin faturası.

depresyon

bitse de gitsek.

memleket hali

ülkeye gel:öyle bir ülke ki cemaati var lideri amerikadan yönetiyor, terör örgütü var lideri ceza evinden yönetiyor ve devletin mazbatalı yeminli milletvekili de çıkıp beyanat veriyor örgüt liderinin cemaat liderine selamı var diye. ha birde evlere şenlik oylama sistemiyle seçilmiş bir lideri var, örgüt liderinin ulusa seslenişi esnasında tek yanlışın bayrak asılmamış olmasını düşünüyor olmalı ki bundan dem vuruyor.

sosyal medya

kulağı tırmalayan yapısıyla konuyu bilmeyen birisi için çok saçma gelen kelime öbeğidir. Bilen için ise bu tamlama olmamış hissiyatı uyandırıyor.
(sosyal medya ney layyn)

unutulmayan kitaplar

yabancı-albert camus

120 küsür sayfada insanın canına okuyan kitap.

1945 denince akla gelenler

önce babamın doğum yılı olduğu geliyor aklıma içimden bir vay anasını çekiyorum, sonra o yıl patlatılan atom bombasıyla insanlığın geldiği nokta geliyor aklıma, akabinde 1960 Türkiyesinde lise okurken babama hala atomun parçalanamaz olduğunun ders olarak anlatılması geliyor aklıma ve buğulu gözlerle dalıyorum uzaklara.

yalnızlıktan yapılanlar

sözlüğe üye olmak.

yeni kitabı çıkınca hemen alınası yazarlar

tabi ki bir çok isim yazmak mümkün fakat ilk akla gelen:
ihsan Oktay Anar

bertnard russell

Öncellikle ismi Bertrand Russell'dır.

Bugün okuduğum köşe yazısında ismi bahis konusu olunca varlığından haberdar olma fırsatı yakaladığım üst bilinç sahibi insan. insanı heyecanlandıran mütevazi duruşu ve olaylara akılcı pencereden yaklaşımıyla tanınmaya ve tanıtılmaya değer biri olarak gördüğüm için paylaşmak istedim. Otobiyografik bilgilerine ve kronolojik olarak hayatına dair bilgilerine günümüz internet ağında rahatlıkla ulaşılabilir. Benim değinmek istediğim Bertrand Russell amcanın kişiliğinin hakkettiği saygıdır. Beni böyle düşünmeye iten olayı Muhammed Ali'nin ağzından okuyalım;

(+)Muhammed Ali
(-)Bertrand Russell

Ahizeyi aldım. Telefondaki ses:
+Muhammed Ali'yle mi konuşuyorum?'
-Evet, Mr. Russell, sizi dinliyorum.'
+Tebrik ederim. Şampiyonlar genellikle iktidarın kuklasıdır. Siz öyle değilsiniz. işgal ordusuna katılmayı reddetmeniz takdire şayan.'
O günlerde sık yaptığım bir espriyi yapıştırdım:
-Göründüğün kadar aptal değilmişsin ahbap.'

Birkaç ay sonra, boks lisansımı elimden alan heriflerle görüşmeye gitmiştim.
Bekleme salonunda oturuyordum. Bir de baktım ansiklopedi. 'Anaaaaaaa! Britannica!' diyerek rastgele bir cildi çektim, karıştırmaya koyuldum.
A-ha! Bertrand Russell! 20. yüzyılın en önemli matematikçi ve filozoflarından biri olarak tanıtılıyordu. Üstelik, Nobel Edebiyat Ödülü almıştı! Ve ben bu adama 'Göründüğün kadar aptal değilsin ahbap' demiştim! Utancımdan yerin dibine girdim.
Derhal, Bertrand Russel'ı aradım: 'Efendim, lütfen bağışlayın. Ben, Louisville'de doğmuş bir serseriyim. Sizi tanımıyordum. Kabalık ettim;
'Hiç de değil. Lütfen dert etmeyin. Af dilemenizi gerektiren bir şey yok. Bu arada, eşim de size selamlarını iletiyor.'
Russell'ın tüm kitaplarını okudum. Çok sevdim. Öyle ki, onun bir fotoğrafını sürekli cebimde taşıyordum. Sık sık telefonlaştık. Bir fırsatını bulup görüşmek istiyorduk. 1970'te Londra'ya gittiğimde aradım. Kısa bir süre önce ölmüştü; cebimden fotoğrafını çıkarıp baktım:
Hakikaten de; göründüğü kadar aptal değildi.

şeker vs tuz

şekerin fazlası kanser, tuzun fazlası tansiyon hastası akabinde de kalp hastası yapar.

varın tercihi siz yapın.

yakışıklı olduğu halde eve kız atamayan erkek

okuduğu bölümle kendini özdeşleştirmiş mühendistir o kişi.